Melisa Parlak | Aramızdaki Çatlaklar
- Toprak Şems Tezcan
- 17 Ara 2023
- 8 dakikada okunur

İkinci kattaki odamın balkonunda tek başıma oturuyorum. Evin civarı ıssız. Bahçe duvarlarının dışı yabani otlarla kaplı. Kuru sıcak bir rüzgâr esiyor. Duştan çıkalı on dakika bile olmamasına rağmen tenim kavrulmuş, serinlemek istiyorum. Bir aşağıdaki havuza bakıyorum bir uzaktaki denize.
O, havuzun kenarından bana el sallıyor. Üstü çıplak. Gülümsüyorum. Bir sigara yakıyorum ve onu seyrediyorum. Ekolojik havuzun kenarında oturmuş, ayaklarını yeşil suya bırakmış. Kedi, çimlerde kendi kendine bir oyun tutturmuş yuvarlanıyor. Bahçenin köşesindeki taş mutfağın üstünde purolar ve sigarillolar var. Soğutucuda ise bir galon şarap. Zamanı geldiği için bugün içeceğiz. Sebepsiz kutlamalar peşindeyiz Delmar’la. Benim aşağı inmemi bekliyor. Erteliyorum.
Balkona gölge yapan sık ağaçlar gittikçe artan sıcağı kesemiyor. Alnımda oluşan teri hissediyorum, sıcağın artışı kaçınılmaz görünüyor. Kesintili rüzgâr, seyrek pat patlarla tepemde gerili olan brandayı dövüyor. Kurumaya yüz tutmuş saçlarım uçuşmaya başlıyor. Ensemde toplayıp saçıma kendi ucuyla bir düğüm atıyorum. Şehirdeki evden buraya taşındığımızda aldığım masa şimdi yer yer paslanmış ve boyaları dökülüyor. Bacaklarımı masaya uzatıyorum. Kalçama doğru uzanan titrek çatlakları inceliyorum. Delmar, gidip ona katılmam için aşağıdan sesleniyor. Birazdan diye geçiştiriyorum.
Bu ıssız sahil evine taşınmaya karar verdiğimizde başımıza gelecek tatsızlıkları öngörmeden, yalnızca şehir kalabalığından bunalmış bir çiftin huzur arayışıyla toparlamıştık eşyalarımızı. Boş kalmasın diye kiraya verdiğimiz dairede yaşanan skandal, Delmar ile ilişkimize kapandığı sanılan bir yaranın derin ve silinemeyen izi gibi yerleşmiş olsa da aşmaya çalışıyoruz; hala beraberiz, her şeye rağmen.
(Skandal keşke yalnızca biyolojik babamdan bana miras kalan dairemde yaşanmış olsaydı. Buraya da tezahür ettiği şimdilik sadece birkaç kişinin bildiği bir sır. Buralara kadar sıçramış gizemi sır gibi sakladığını düşünenler ise aynı şeyi bilmekle fakat onu konuşamamakla lanetlenmiş gibiler. Şimdilik veya belki sonsuza dek.)
Biyolojik babamın ölümünden birkaç yıl sonra, şimdiki zamandan bir süre geride kalmış bir tarihte; üvey babamın ölüm haberini aldığımda burada, sahil evindeydik. Annem beni de çağırdığından ilk uçakla apar topar gittim. Ruh hâli pek iyi sayılmazdı. Elinin değdiği erkeklerin sırayla öldüğünü göz önünde bulundurursak az bile yıkılmıştı doğrusu.
Cenaze işlerinden ihmal ettiğimi düşündüğüm için üzüldüğüm, sahil evinde yalnız bıraktığım hayat arkadaşım Delmar’dan ara sıra haber alıyordum. İlginçtir ki o süreçte bana yazdığı rekor uzunluktaki mesajının özeti şöyleydi: Uzaktan bir kuzeninin yolunun yaşadığımız kasabaya düşeceği tutmuş ve onu birkaç gün bizde misafir etmek istediğini belirten bir şeyler. Ben döndüğümde -tüm perişanlığıma rağmen tanışmaya can attığım kuzeni- nasıl olduğunu anlayamadığım bir şekilde çoktan gitmişti. Evde ona dair tek bir iz bulamadığımdan, Delmar’a “kuzeninin” yokluğumla başa çıkmak için uydurduğu hayali bir arkadaş olup olmadığını esprili bir dille sordum. O buna epey bozulunca da konu “bizim” tarihimize karışarak yok oldu.
Üzerinden kaç ay geçtiğini çok net hatırlamıyorum fakat sonbahar gelmişti, bir gün şehirdeki dairemizde oturmakta olan kiracımız ilk defa beni arayarak -o zamana kadar hep Delmar ile iletişim kurmayı tercih ettiğinden şaşırmıştım açıkçası- bizi evde vereceği bir partiye davet etti. Delmar ile konuşmadan, direkt kabul ettim, gitmek isteyeceğini düşünmüştüm çünkü. Onun o zamana kadar şehirdeki hiçbir daveti ıskaladığını görmemiştim. O zamanki tepkisini ona sormadan kabul ettiğim için sinirlendiğine yormuştum ama şimdi öyle olmadığını daha net görüyorum.
Şehre gitmeyeli kalabalık iyice ürpertici gelmeye başlamıştı fakat aylardır birbirimizden başkasını görmediğimizden bu davet ikimizi de sağaltır diye umuyordum. Evimizde oturan kiracı; geçimini nü resimlere ve fotoğraflara modellik yaparak sağlayan hafif çatlak ama sevecen bir kadındı. Bu kadının gençliği o güne kadar bende hiçbir rekabet hissi uyandırmamış olsa da -davetlilerin çoğunluğunun erkek olmasıydı belki de etkileyen, ya da alkolün etkisi, bilemiyorum listelenecek kadar çok faktör var gibi görünüyor- o akşam Delmar’ı birkaç kez yoğun biçimde ondan kıskanmıştım. Belki de kıskandığım kişi enteresan kiracımızdı. Bundan hala emin değilim.
Daha önce oturduğum o dairenin yer yer yabancı gözükmesi ve alışkın olmadığım kıskançlık duygusu beni ortamdan bir parça koparmıştı ve açıkçası zevkten en uzak olduğumu düşündüğüm anlarda Delmar’ı yakınımda görememek üzücüydü. Neyse ki sonrasında yanıma konuklardan biri geldi. Sıkıntı mı fark etmiş olacağından mı yoksa ikimizde de o an iyice yükselmiş olan yalnızlık etiketini bir parça flört ile söküp atmak niyetinden mi pek anlayamasam da ona gülümsedim ve bana yaklaşmasına izin verdim.
Gecenin ilerleyen saatlerinde hala ayrılmamış konuklar ve birkaç tane de bizim gibi yatıya kalacak kişi evin dört bir yanına dağılmıştı ve hepimiz inanılmaz derecede sarhoştuk. Tuvalete giderken kiracımızın ihtiyar bir ressamla koridorda tutkuyla öpüştüğünü gördüm. Yaşlı adamın onun temposuna ayak uydurmaya çalışırken küt diye gidecekmiş gibi bir hali vardı. Gülmemek için kendimi zor tuttum.
Hafif çatlak ama sevecen kiracımızın alkolle ortaya çıkan beklenmedik şehveti içimi bir parça gıcıklayınca tuvaletten çıkmam biraz uzun sürdü. Çıktığımda öpüşmeler salondaki kanepeye taşınmıştı. Ben yanına gidene kadar onları izlemekte olan Delmar yorgunluğunu ileri sürerek kalacağımız odaya geçmek istedi. Saat geç olmuştu, edebileceğimiz bütün sohbetleri diğer insanlarla etmiştik ve evdeki içki stoğu yetmeyince marketin apartmanın girişine kadar bırakabileceği şartıyla almaya razı geldiğimiz bir kasa şarabı sırtlanıp yukarıya kadar taşıyan Delmar yorulmakta epey haklıydı. Uyurken morali bozuk gibiydi. Sorduğumda yorgun olduğunu söyledi. Beş dakika sonra bana sırnaşmaya başladı, yorgunluğun kendisine farklı bir enerji verdiğini, bunu değerlendirmek isteyip istemediğimi sordu. Delmar, bu dünyada hormonlarımın karşı koyamayacağı tek insan olduğundan kabul ettiysem de yorgunluktan sonunu getiremeden uyuyakaldık.
Gece fazla alkolün ve yattığım yeri yadırgamanın da etkisiyle deliksiz bir uyku nasip olmadı. Kolumu sarılmak için yanıma attığımda Delmar’ın yatakta olmadığını fark ettim. Gözlerim açıldı. Aralık kapıyı görünce tuvalete gitmiş olabileceğini düşündüm. Belki de susamıştı. Uzun bir süre gelmeyince, ona bakmak için kalktım. Karanlık mutfağı geçip ışığı yanmakta olan tuvaletin önüne geldim. Delmar diye seslendim birkaç kez fısıltıyla. İçerideki benim diye seslendi, sifonu çekti, ellerini yıkadı ve tuvaletten çıktı. Bir aralık karanlık tuvaletten belli belirsiz bir hıçkırık sesi yükseldiğini işittim. Uyku sersemliğimden üzerinde durmadım ve tekrar yatağa döndük.
O geceden sonra Delmar birkaç kez işlerini halletmek için şehre gittiyse de ben sahildeki evde huzurluydum, yarım ağız davetlerinden yalnız olmak istediğini sezinleyip ona istediği serbest alanı sunmaya çalışıyordum. Şimdi düşününce bütün korkum benden bıkmasıymış, onun peşine takılıp gitseydim olanların daha erken farkına varabilirmişim gibi geliyor. Neyi değiştireceğimi soruyorum kendime. Muhtemelen koca bir hiç. Şimdiye kadar yaşadıklarımıza bakınca tüm korkularım gereksiz görünüyor.
Sonra kış, tüm kasvetiyle ıssız sahil evine de uğradı. Bozuk havalarda kapanan yollar şehre gitmemizi uzunca bir süre engellediğinden genelde baş başaydık. Ara sıra çalan telefonlar yüzünden Delmar iyice içine kapanır olmuştu. Arayanın arada kendisine para gönderdiğimiz bağımlı kardeşi olduğunu sanıyordum, hassas aile meselelerine girip rahatsız etmemek için hiçbir zaman detay sormazdım, birkaç kez kendisi de kardeşinin aradığını söylemişti zaten, her seferinde arayanı sorup üstelemek yersizdi.
Sonrasında onu içine kapatan şeyin bunlar olmadığını öğrenmek biraz acı verse de o günleri de geride bırakıyor insan. Aslında insan yaşamış olduğu tüm günleri geride bırakıyor. Zihinler sıkı sıkı tutunmasa bugüne taşıyabileceğimiz hiçbir acı kalmaksızın hem de. Geçmiş, geleceğin de, ilerlemenin de önüne geçiyor. Kendimizi bu konuda epey başarılı bulsam da zaman zaman dalgalar kıyıya geçmişten parçalar sürüklüyor ve onları görmezden gelemiyoruz.
Kışa geri dönersek, sahil evimizde genelde sarhoş şekilde ve bıkkınlıkla geçen bu mevsim bize beraberinde kavgalar, sataşmalar, sevişmeler ve uyumalardan başka hiçbir şey vermedi. Kiracı bazen kirayı geciktirdiğinden çoğunlukla bankadaki paramdan harcamak zorunda kaldım fakat Delmar onunla etkili bir konuşma yapınca kadın kendini toparlayıp parayı yeniden zamanında göndermeye başladı.
Baharla birlikte havalar düzelince uzun zamandır aksattığım yürüyüşlere tekrar çıkmaya başladım. Civardaki tek komşumuz olan Fabronlarla karşılaşınca içimi sevinç kapladı. Aylardır tek gördüğüm insan Delmar’dı ve haliyle başka yüzler görmek epey iyi geldi. Eskisinden daha da sıcak ve hoşsohbettiler. Görüşmeyeli neler yaptıklarını anlattılar kısaca. Sonra bizi sordular. Eh. İyiydik işte. Bizi büyük bir heyecanla yemeğe davet ettiler, ben de Delmar’a sormadan, geçmiş tekliflere yaptığım gibi Fabronların davetini de aynı coşkuyla kabul ettim.
Eve gidip çekinerek ona sormadan Fabronların davetini kabul ettiğimi söylediğimde omuzlarını silkti. Yine kardeşiyle konuştuğunu düşündüm. Bu kez beklediğim sert tepkiyi almadığım için şaşırmıştım ama açıkçası hâlimden memnun olmadığım da söylenemezdi.
Fabronlar bize karşı çok naziklerdi. Yemek ve tatlı harikaydı. Evden ayrılırken bize birkaç puro, bir paket sigarillo ve bir galon sauvignon blanc hediye ettiler. Dönüşte Delmar ile pek konuşmadık çünkü aklımı mutfakta ikimiz yalnızken Bayan Fabron’un bana çekinerek söylediği şeyler kurcalamaktaydı. Bana, Delmar’ın geçen yaz ben cenazedeyken bize uğrayan kuzenini sordu. Bize tekrar gelip gelmediğini merak etmiş, ondan hoşlanıyormuymuşum falan. Ben de -kadının niyetini tam olarak anlayamadığımdan- kendisini tanıdığımı, ondan hoşlandığımı ve yeniden bize gelirse onları mutlaka bir araya getireceğimi söyleyerek konuyu kapattım. Kuzeni konusunu Delmar’a yeniden açmaya çekindiğimden birtakım rahatsız edici ruminasyonlarla günlerimi geçirdim, ikimiz de hiçbir şey yokmuş gibi yaşamaya devam ediyorduk. Ne vardı ki zaten?
Bayan Fabron’un haddini aştığını düşündüğümden aramıza giren soğukluk barizdi, onları bize davet etmemiz gerekirken bunu inatla yapmadım. Sahilde karşılaştığımızda ise mesafeli selamlaşmalarla yürüyüşlere devam ettik. Delmar, bendeki soğukluğu fark etmiş gibiydi fakat hiç sesini çıkarmadı çünkü Fabronlarla yakın olmak gibi bir isteği hiçbir zaman olmamıştı. Özellikle de kaçıyor gibi bir hâli yoktu elbette, yalnızca mevcut durumdan hiçbir şikayeti yok gibi görünüyordu. Onlara olan soğukluğum hediyelerine de el sürmemize engel oluyordu. Delmar için bu tip şeyler önemsiz olsa da ben ısrarla hediyeleri zamanı geldiğinde içeceğimize dem vurup onu da kendimi de engelliyordum.
Yaza doğru Delmar’ın bağımlı kardeşi aramalarını sıklaştırsa da, Delmar sanırım artık onunla ilgilenmekten ve sömürülmekten bıkmıştı. Telefon çalar çalmaz meşgule atıyor, bazı zamanlarda ise telefonunu tamamen kapatıp gelip bana sarılıyor, ihtiyacı olan her şeyin burada olduğunu söylüyordu.
Mevsim tekrar havuzda taşkınlığa varan eğlencelerimizin zamanına döndüğünde umursadığımız tek tük şeyi de artık hiç önemsemez olmuştuk. Kendimizi yalnızca ikimizi güldüren saçma ama keyifli hâllere adamıştık. Bu salt zevke olan adanmışlık, onu bozacak meşum telefon gelene kadar sürdü.
O gün gelen telefon, hayatımızın akışını değiştirebilecek türdendi. Çatlak ama sevecen kiracımız intihar etmişti. Haber, bir süre öylece donup kalmama neden oldu. Kadıncağızın ölümüne üzülmüştüm üzülmesine ama zihnimden geçenler yer yer alakasız, kendi kendimi yargılamama sebep olabilecek türden şeylerdi.
Dairemin değerinin düşme ihtimali, Delmar, bir sonraki kiracıya kadar bankadaki paraya dokunma gerekliliği, o gece partisinde öpüştüğü yaşlı ressam, Delmar, dairemin yatak odasında yarı çıplak ölü bulunan kiracı, kaskatı kesilmiş ve morarmış bir beden fakat ilginçtir ki zihnimdeki imgede bana ait görünüyor, bankada suyunu çekmeyi bekleyen para, birkaç polis memuru, çekmecede bulunan bir vibratör, Delmar, artık nefes almayan nü modeli çatlak kiracımız, yaşlı ressam, ben… En sonunda ise Bayan Fabron’un imgesi gelince bozulan zihinsel bir akış.
Haberi Delmar’a ilettiğimde yüzü bir anlığına kaskatı kesildi. Gözlerinden böyle bir şeyi bekliyormuş gibi bir ifade geçti. Bir anlığına. Sonrasında hiç kıpırdayamayacağını düşündüğüm türden bir katılık vardı yüzünde. Felç geçirdiğini düşüneceğim sırada abartılı bir üzüntü sergiledi ya da bilmiyorum belki de gerçekten üzüldü.
Polis, bizimle de görüşmek istedi. Kasabaya gelip ikimizle de ayrı ayrı görüştüler. Benim sorgum kısa sürdü, gidip yemek yapmaya karar verdim. Delmar ile dışarıda konuştular, saatler sonra geldiğinde gözlerinin altındaki gölgeleri saymazsak iyi görünüyordu fakat kızarttığım istiridye mantarını didiklerken, onunla neden o kadar uzun görüştüklerini bir türlü anlayamadığını vurgulayarak söylemesini garipsemedim diyemem. İlerleyen günlerde, olayın intihar vakası olduğu kesinleştikten sonra Delmar, evde manevi değeri olan eşyalarımızı almaya ve bir de kiralık tabelası asmaya gitti.
Delmar’ın yokluğunda Bayan Fabron uğradı. Ona kahve ve tatlı ikram ettim. Neşeli halime şaşırmış gibiydi. Ona haksızlık etmiş olabileceğimi düşünürken, o ise başsağlığı dilemeye geldiğini söyledi. Ben, kiracımın öldüğünü nereden biliyor olabileceği konusunda düşüncelere dalmışken, yaşlı çatlak Bayan Fabron yeleğinin ceplerini kurcalamaya başladı. -Delmar o an evde olsaydı- asla çıkarıp göstermeyeceğini düşündüğüm kırışmış bir gazete kupürünü yeleğinin iç cebinden çekip düzelterek bana uzattı.
Delmar’ın kuzeni bu değil mi, diye sordu koparılmış gazete parçasında resmi basılı olan kadını gösterip. Yazık, diye ekledi, çok sevecen bir kadındı, biraz tuhaf gibiydi ama kendine kıyacak bir hâli de yoktu sanki, şaşırdım, üzüldüm cık cık cık, siz de çok üzülmüş olmalısınız, derken bana kiracımızı gösteriyordu.
Birkaç dakika önce haksızlık ettiğim kadına az bile yapmışım diye düşünerek hiddetlendim. İnsanların ölümlerine veya yaşamlarına karışmanın onun gibi olgun ve yaşlı bir kadına hiç yakışmadığını söyledim. Yutkunamadığı tatlısı boğazında kaldı, birkaç kez öksürdü, ona yardım etmeyi bile istemedim, istiyorsa o da ölebilirdi pekâlâ, suyu işaret ettiğinde gönülsüzce verdim. Toparlanınca, üstünde eski kiracımızın intihar haberinin yer aldığı gazete parçasını tezgâhın üstünde bıraktı. Arkasına bile bakmadan, tek kelime etmeden çıktı gitti.
O günden beri ola ki karşılaşırsak mümkün olduğunca başka taraflara bakarak yolumuzu değiştirir olduk. Zaman zaman hâlâ ona haksızlık ettiğimi düşünsem de pişmanlığım Delmar’ı anımsayınca geçiyor.
Ne aramızdaki yaş farkı, ne mesafeler, ne komşular ne de kiracılar benim ve onun arasındaki “şey”i yok etmeyi başaramıyor. Kiracımız intihar ettiğinden beri aramayan bağımlı kardeşi de maddi ve manevi olarak bize yük olmuyor artık. Kayıplara karıştıysa da hiçbir zaman dönmemesini umuyorum yalnızca.
Elim yine çatlaklarıma gidiyor. Sonra da Delmar’ın pürüzsüz ve gergin tenine bakıyorum. Ayağa kalktığında çok sevdiği camgöbeği deniz şortundan sular kaslı bacaklarına süzülüyor. Sırtına krem-turuncu keten gömleğini geçirirken bana dönüyor.
Susadım, diye sesleniyor. Kasıklarım karıncalanıyor. Son bir kez çok da yakınımda olmayan denize bakıyorum. Nasıl serinlemeyi istediğimi düşünürken uzaklık gözümü korkutuyor. Kasıklarımdaki zonklama beni bir mıknatıs gibi Delmar’a çekiyor. Geliyorum anlamında bir gülümseme var yüzümde. Aramızdaki çatlaklara artık aldırmamaya karar veriyorum. Onları affediyorum. Aramızdaki çatlakları. Havuzu, onu ve sebepsiz kutlamaları tercih ediyorum. Her pürüzde yeniden başlamayı seçiyorum. Zamanı geldiği için bugün içeceğiz. Demiştim ya, biz hep sebepsiz kutlamaların peşindeyiz.
Delmar, açık mutfağa doğru ilerliyor. Kedi de peşinden gidiyor. Tezgâha çıkıp o sırada kadehleri indiren Delmar’a kendini sevdirmek istiyor. Ondaki şeytan tüyü yaşayan her canlıyı kendine çekiyor.
Yorumlar